Yerel dinamiklerin ve özellikle aday isimlerinin yerel seçimlerde çok daha kritik bir hale geldiği çok açık. Örneğin genel seçimlerdeki milletvekili adayı isimlerinin önemi ile yerel seçimlerde belediye başkan aday isimlerinin önemini karşılaştırdığımızda ortaya kıyas kabul etmeyecek bir fark ortaya çıkıyor. Milletvekili seçimlerinde seçmenler kendi bölgesindeki adaydan memnun olmasa dahi, parti/lider bağlılığından ötürü isimi göz ardı ederek oy kullanmaya daha meyilli iken, yerel seçimlerde ise bunun tam tersine il/ilçe başkan aday isminden dolayı genel seçimde asla oy vermeyeceği bir partiye oy veren seçmen sayısı özellikle belli bölgelerde oldukça yüksek olabiliyor. Bunun en güzel örneklerinden biri Ankara'nın Etimesgut ilçesi. Etimesgut 2017'de Hayır'ın Evet'e 9% fark attığı, 2023'te ise Kılıçdaroğlu'nun 56.7% gibi bir oy oranına ulaştığı bir ilçe. Bu rakamlara göre aday isimlerinden bağımsız olarak bakıldığında yerel seçimde de Etimesgut'un CHP/muhalefet tarafından kazanılması beklenen sonuç ancak 2019'da MHP adayı Enver Demirel CHP adayına 4 puan fark atarak belediye başkanlığını kazandı. 2017-2023 yılları arasında ilçe demografisinin ve seçmen oy eğilimlerinin önce 2017-2019 arası muhalefetten iktidara doğru, 2019-2023 arası da tekrardan bu sefer iktidardan muhalefete doğru kaydığı varsayımının çok gerçekçi olmayacağını göz önünde bulundurduğumuzda, bu durum için geriye tek açıklama kalıyor: 2017 ve 2023'te CHP'ye/muhalefete oy veren seçmenin kayda değer bir kısmı 2019'da MHP adayı için oy kullandı. Bu durumun partilerin seçim stratejilerine etkisi de genel seçimlerdeki alışılagelen makro seviyedeki siyasi söylemleri devam ettirmek yerine il/ilçe bazında aday belirleme aşamasından başlayarak daha ince bir işçilik yapma gerekliliğine itmesi oluyor.
İnce işçilik sadece parti stratejileri için değil, aynı zamanda bu işin tahminleme ve ölçüm tarafında da geçerli. Yerel seçimlerde ülke genelinde toplam oy oranının hiçbir şey ifade etmemesi ve sürecin tamamen il/ilçe bazında 1. olan kazanır üzerinden ilerlemesi, ülke seviyesinde yapılacak bir anketin hiçbir anlam ifade etmemesine ve mutlaka il/ilçe bazında bir analiz yapılması gerekliliğine itiyor, elbette o spesifik il/ilçedeki yerel dinamikleri ve aday isimlerini de göz önünde bulundurarak. Bu bakımdan Türkiye yerel seçimleri hakkında ülke seviyesinde bir fikre sahip olmanın yolu tümevarımcı bir yaklaşım izlemekten geçiyor. Bu noktada da metodoloji açısından ABD başkanlık seçimleri enteresan bir şekilde Türkiye yerel seçimleri için iyi bir referans noktası olabilir. ABD başkanlık seçimleri dünyanın geri kalanından farklı bir yöntemle adayların ülke genelinde aldıkları toplam oy oranı yerine eyalet bazında 'electoral vote' ismi verilen bir sistem üzerinden ilerliyor. Bu sistemde her bir eyaletin nüfusuyla orantılı olarak bir 'electoral vote'u bulunmakta ve eyaleti kazanan aday 'winner-take-all' usulüne istinaden ilgili eyaletteki bütün electoral vote'ların hepsini kendi hanesine yazıyor. Totalde 538 electoral vote bulunmakta ve bunun salt çoğunluğu olan 270 adedine ulaşan aday seçimi kazanıyor, örneğin 2020'de Joe Biden 303 electoral vote'a ulaşarak yarışı Trump'ın önünde bitirmişti.
Bu sistemin bir olası sonucu, ülke genelinde toplam oy miktarı daha fazla olan aday yarışı 'electoral vote' açısından geride bitirebilir, tıpkı 2016'da Hillary Clinton'ın yaşadığı gibi. O seçimde Clinton, ülke geneli toplam oylarda Trump'tan 2.1% (48.2-46.1) fazla oy almış olmasına rağmen electoral vote yarışını Trump 304-227 önde bitirip başkan seçilmişti. Bu kurgu haliyle başkan adaylarını ve kampanyalarını bunun etrafında bir strateji çizmeye itiyor, bunun doğal sonucu da eyalet bazında stratejilerin değişmesi oluyor. Örneğin ülkenin electoral vote açısından en zengin (54) eyaleti California, seçimlerde hem Cuhmuriyetçilerin hem de Demokratların ilgi odağında değil çünkü iki taraf da California'da demokrat seçmenin ağırlıkta olduğunu ve dolayısıyla yarışı Demokrat Parti'nin adayının kazanacağını biliyor. Bu galibiyetin farkının 5% veya 35% olması arasında hiçbir fark olmadığı için de zamanlarını ve enerjilerini bu ve benzeri eyaletlerde harcamak yerine yarışın ortada olduğu ve ilgili electoral vote'ların iki tarafa da gidebileceği eyaletlere yöneliyorlar. Bu eyaletlerden örneğin bir tanesi Nevada, 6 gibi az bir electoral vote'a sahip olmasına rağmen yarışın ülke genelinde yakın geçtiği seçimlerde belirleyici faktör olabiliyor ve dolayısıyla iki tarafın da mutlaka hedefinde oluyor. Bu tarz eyaletlere 'battleground states' ismi veriliyor ve seçimlerin hikayesi de genelde bütün ülke üzerinden değil Nevada gibi 4-5 spesifik eyalet üzerinden ilerliyor. Bu eyaletlerde üstünlüğün iki seçim arasında el değiştirmesine ise 'pick up' ismi veriliyor ve özellikle bir önceki seçimi geride bitiren taraf, seçim stratejisini bu 'pick up' potansiyelleri üzerinden kuruyor. Örneğin 2024 seçiminde Trump kuvvetle muhtemel bir önceki seçimde kaybettiği Wisconsin, Michigan eyaletleri kazanarak, oralarda 'pick up' yapmayı ve electoral vote farkını bu şekilde kapatmayı hedefleyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder