12 Eylül 2011 Pazartesi

Nereden Nereye?

11 Eylül 2010... Sinan Erdem Spor Salonu... Türkiye-Sırbistan... Daha dün gibi hatırlıyorum bundan bir yıl önce yaşadıklarımı. Kerem Tunçeri'nin turnikesinden sonraki duygu boşalması ve son 0.5 saniyede Sırbistan'ın sayı atamayacağına inanışım.... Maç sonrası Sinan Erdem'den metro istasyonuna koşarken yaşadığım sevinç... Ve sonunda kendimi metronun koltuklarına attığımdaki huzur...

11 Eylül 2011..  Televiyon karşısı... yine Türkiye-Sırbistan. Deja vu olmadı. Aynı beklentilerle, aynı inançla izledik maçı, ama olmadı...

 Üzerimizde ağır bir baskı yaratan dünya 2.si apoletiyle geldik Litvanya'ya. Ancak kimse 'dünya 2.liğinin' takımda bir rehavete ya da bir tedirginliğe sebep olduğunu söyleyemez. Ancak maç içerinde yaşadığımız mental düşüşler kimi maçlarda oyundan kopmamıza sebep oldu. Fransa maçının 3.çeyreğinin son 1 dakikası, Almanya maçının son dakikaları ve Sırbistan maçının ilk devresi buna örnek. Peki bu düşüşler normal değil mi? Elbette ki normal. Sıkıntı bizim bu sekanslarda skoru toparlanamayacak seviyelere getirmemiz.

Mental düşüşler demişken, Polonya maçını unutmamak lazım. Eurobasket 2011'de toplam 9 karşılaşmaya çıktık, bir tek Polonya karşısında çaresiz kaldık, direnç gösteremedik. Sonuç ne oldu? Elenmenin eşiğine geldik.  Ne uğruna? İspanya'yı yenip üst tura bir galibiyet taşımak için. Peki İspanya'ya konsantre olmak için Polonya'yı pas mı geçmek gerekiyordu? Hayır.

Bütun bunları geçip sahaya dönersek, problemler yine bitmiyor. Geçen yıl savunma kaynaklı sayılar belki de basketbolumuzdaki en büyük artıydı. Oyunun iki tarafında da sahaya hükmetmek, rakiplerimizi çaresiz bırakıyordu.

Savunmada da değişen bir şey yok. Hatta daha iyi... İspanya, Fransa ve Sırbistan'dan ortalama yediğimiz 64.3  müthiş bir rakam. Ancak hücumda gösterdiğimiz felaket performans sebebiyle, 64.3'ün hiçbir anlamı kalmıyor maalesef. Evet yüzdeler kötü. Ama yüzdenin böylesine kötü olmasını tetikleyen etken kesinlikle yanlış tercihler.   Ömer Aşık ve Enes Kanter'in pota altında unutulması kabul edilebilir bir durum değil. Hele Almanya maçının sonunda, üçlüğü sallayalım, nasıl olsa  Ömer ribaundları toplar düşüncesi, sinirlendirici düzeydeydi. Bizler bile televizyonlarımızın başında üçlüğe bel bağlanılmamasının gerektiğini görüyorken oyuncular ve teknik ekip bunu göremedi. Ya da gördü de çözüm üretemedi, onu bilemiyoruz.

Faul yüzdemizden, hiç bahsetmiyorum, aklıma geldikçe canımı sıkıyor.

Kişisel performans olarak ise yüzümüzü güldüren iki isim vardı: Enes Kanter ve Emir Preldzic. Emir hakkındaki spekülasyonların uzağında, ileride milli takıma çok katkı verebileceğini gösterdi. Enes ise 19 yaşında olmasına rağmen pota altını domine etti. Takıma ne zaman oyuna girse katkı verebileceğinden emin olduğum yegane isimdi. İleride Ömer ve Semih ile birlikte önemli bir pota altı gücü oluşturacakları şüphesiz.

 2-3 yıl içerisinde gidilecek revizyondan sonrası için de tek dileğim mücadeleci bir takım görmek. Kadroda kimlerin olacağı umurumda değil. Sadece sahada terinin son damlasına kadar savaşan, oyun içerisindeki düşüşleri minimize eden bir takım olsun, o kadarı yeter.

 Kubilay ARSLAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder